AKÖREN TARİHİ    AKÖREN' İN COĞRAFYASI:

  Hit Counter

                        kişi bu haberi okudu

·         Yüzey Şekilleri: Akören, Konya'nın güney batı yönüne düşen bir yerleşim birimidir. Güney batısını Toros silsilelerinden olan  Karaca dağlar kaplamaktadır. Doğu ve Kuzeyi ovalıktır. Denizden yüksekliği 1046'dır.

·         İklimi: Kara iklimi hâkimdir. Yazları çok sıcak ve kurak, kış mevsimi ise sert geçer.

·         Nüfus: 2022 sayımına göre 5766 nüfus artış hızı ise Yüzde  -12,4 olarak gerçekleşmiştir.

·         4 Temmuz 1997 gün ve 19507 Sayılı Resmî Gazetede yayınlanmıştır. Akören Mahalleri ile birlikte 21 camii mevcuttur. “ulaşım Akören Konya merkezine bir taraftan 55 km, diğer taraftan 77 km. uzaklıktaki asfalt yollarla bağlıdır Konya'nın Seydişehir Çumra ve Bozkır ilçeleriyle çevrilidir. Seydişehir'e 54 km., Bozkır'a 48 km. stabilize; Çumra ilçesine ise 45 km. asfalt yolla bağlıdır.

·         5-Tarım: Köy halkının çoğunluğu tarımla uğraşmaktadır. Buğday, arpa, yulaf, nohut, mercimek, susam, elma, armut, kiraz, Şeker Pancar, üzüm, kavun, karpuz yetiştirilmektedir. Ayrıca yeni yapılan seralarda mantar üretimi ve çilek yetiştirilmektedir.

·         6-Sulama: Eski yıllarda sarnıçlar, kış mevsimi içine bol miktarda kar basılarak içme ve diğer ihtiyaçlar için eriyen kar sularından faydalanılırdı. Sonraları toprak su kooperatifinin kurulması ile Devlet Su İşlerine kuyular açtırılarak su çıkartılmıştır. 1957 yılında 15 km’lik mesafeden Akören'in içme suyu getirtilmiş, ancak ihtiyaca cevap vermediğinden 1984 yılında 3,5 km. mesafeden saniyede 16 litre su getirtilmiştir. Fakat bu suyun sertlik derecesi fazla olduğundan yeniden su getirme çalışmaları devam etmektedir. DSİ tarafından açılan yeraltı kuyuları arazide sulu tarıma izin vermiş olup Akören göletlinin yapımı ile de çiftçiler sulu tarım yapmaktadır.

·         7- Sağlık Özellikleri: Akören'de halen bir sağlık ocağı faaliyet göstermektedir. Bu sağlık ocağında bir doktor, bir ebe, bir sağlık memuru, bir hemşire, bir sekreter, bir şoför ve bir hizmetli bulunmaktadır. Bunun yanı sıra 36 yatak kapasiteli bir hastanesi vardır Fakat faaliyet gösterememektedir, Ayrıca Akören’e yeni inşa edilmekte olan Entegre Devlet Hastanesi 10 yataklı olarak yapılmakta yakında hizmete girecektir.

·         8- Kültür Hayatı: Akören'i eğitim özellikleri yönünden inceleyecek olursak; bir lise, bir ortaokul, iki tane ilkokul bulunmaktadır. Akören'in kültürel durumu etkinlik açısından oldukça fazladır. Çevre olarak verimsiz arazilerin mevcudiyeti, kısa zaman öncesine den temin etme yoluna gitmiştir. Bunun neticesinde de öğ­renim görme, dolayısıyla devlet kademelerinde görev alma ön plâna geçmiştir. Bu sebeple yerleşim merkezinin her ha­nesinde, en az bir lise veya 'fakülte mezunu görmek mümkün­dür. Bürokrat kesimin büyük ölçüde öncülüğünü yaptığı bir gerçektir. Örnek olarak Yargıtay Başkanı Sayın Ahmet Coşar, Devlet Bakanı Sayın Abdullah Tenekeci, Gelirler Genel Mü­dürü Sayın Altan Tufan Akören'den yetişmişlerdir. Siyasî, askerî ve bürokrasinin çeşitli kademelerinde görev yapan Akören’iler birlik, beraberlik ve dayanışmalarını

                                       

 

AKÖREN'İN TARİHİ

Akören Konya'nın 55 km. güneyindedir. Konya'ya bu kadar yakın olmasına rağmen, Konya ve dolaylarında Akviran'ı Obruk Akviran'ı ile karıştırırlar. Akviran deyince birçok kimselerin hatırına, Obruk Akviran'ı gelir. Hâlbuki Obruk Akviran'ı teşkilatlı bir köydür. Bizim inceleyeceğimiz Akviran ise, bir bucaktır. Hatta kalabalık bir kasabadır. Obruk Akviran'ından bucak Akviran'ı ayırabilmek için, halk arasında şimdiye kadar Hatunsaray Akviran'ı demek âdet olmuştur. Bunun sebebi ise, Hatunsaray'ın Osmanlı İmparatorluğu zamanında teşkilât bakımından bucak merkezi olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yerini Akviran’ı terk etmiştir. Cumhuriyetten evvel bugünkü Çumra'nın kendisi de askerî idare bakımından Seydişehir ilçesine bağlıymış. Seydişehir'e uzak olduğundan bu köylere merkezlik yapabilecek durumu olan Hatunsaray bucak, Akviran da köy olarak kalmıştır. Hatunsaray'ın bucak oluşunun diğer önemi de, Selçuklu ve  Osmanlı devirlerinde ikta halinde oluşudur. Hatunsaray Cumhuriyete kadar bucak olarak kalmıştır, Akviran da buranın köyü olduğundan " Hatunsaray Akviran'ı veya Ağaç Avreni" denirmiş. Bucak teşkilâtı Hatunsaray ‘darı Akviran'a kaldırılmıştır. Böylece Akviran Cumhuriyet'ten Sonra gelişmiştir. 1960 yılında İç İşleri Bakanlığı Anadolu'da birçok kasaba ve köyün adını tomografik ve tarihî durumuna göre değiştirdiği zaman Akviran’ın ismini de Akören olarak tescil etmiştir. Akören yedi örenin ve harabe halkının bir araya toplanmasından meydana gelmiştir. Bu köy harabelerinin yerlerinde, ev yıkıkları hâlâ durmaktadır. Bunların eski iskân sahası olduğu anlaşılmaktadır. Akören'i meydana getiren yedi harabe sırası ile şunlardır: 1. Akçeşme 2. Bayındır 3. Yukarı Yarımca 4. Aşağı Yarımca 5. Ertaş Boğazı 6. Mihrap 7. Kayı beleni. Şunları sırası ile tek tek belirtecek olursak;

·        Akören'in 5 km. kuzeybatısında bulunan Akçeşme harabeleri ki, burada hâlâ mevcut olan çeşmenin daha ziyade gayri İslâmî devirlerden kaldığı, çeşmenin kaynağındaki havuzun mimarî tarzından anlaşılmaktadır. Kaynağında elips şeklinde bir havuz olup, bu mimarî t arşı gayri İslâmî devirlerden Doğu Roma zamanına aittir. Buranın adı Tülcedir Bir adı da Kisecik'tir. Akören dolaylarında yün davara (koyun cinsine) tüylü davar derler. İste bugünkü Akören'in üç mahallesinden biri olan Tülce Mahallesi buradan gelmiştir. Bu Tülce'de yani Akçeşme Harabelerinde arkeolojik araştırmalar yapılırsa, birçok eserin bulunduğu muhakkaktır. Çünkü toprağın üstünde olan gayrî İslâmî yazılı taşlara, direk başlarına, Yunan Grek yazılarına rastlanmaktadır. Yine bu yörede ( Kisecik Harabelerinde) yurdumuzun birçok yerlerinde bulunan yığma höyüklerden bir tanesi de bulunmaktadır.

·        1-Akçeşme harabeleri: Akören’in 5 km. kuzeybatısında bulunan Akçeşme harabeleri ki, burada hâlâ mevcut olan çeşmenin daha ziyade gayri İslâmî devirlerden kaldığı, çeşmenin kaynağındaki havuzun mimarî tarzından anlaşılmaktadır. Kaynağında elips şeklinde bir havuz olup, bu mimarî t arşı gayri İslâmî devirlerden Doğu Roma zamanına aittir. Buranın adı Tülcedir Bir adı da Kisecik'tir. Akören dolaylarında yün davara (koyun cinsine) tüylü davar derler. İste bugünkü Akören'in üç mahallesinden biri olan Tülce Mahallesi buradan gelmiştir. Bu Tülce'de yani Akçeşme Harabelerinde arkeolojik araştırmalar yapılırsa, birçok eserin bulunduğu muhakkaktır. Çünkü toprağın üstünde olan gayrî İslâmî yazılı taşlara,direk başlarına, Yunan Grek yazılarına rastlanmaktadır. Yine bu yörede ( Kisecik Harabelerinde) yurdumuzun birçok yerlerinde bulunan yığma höyüklerden bir tanesi de bulunmaktadır.

·        Bayındır Harabesi: Adından da anlaşılacağı gibi.Bu bayındır harabenin,bir Selçuk köyü olduğu şura­dan kestirilebilir.   Bugünkü Bayındır havalisi olduğu yer bitek bir arazidir. Akören'in buradaki su pınarından baş­ka kaynak ve pınar halinde suyu yoktur. Eskiden halk kurak senelerde buraya çıkarmış,Burada yapılan yağmur duası diğer yerlerde görülen yağmur dualarından farklıymış. Bu pınar­dan alınan kara çakıllar götürülür, pınarın biraz öte tara­fında bulunan yine bir su kaynağının ağzındaki büyük bir taşın dibine dökülürmüş. Bu bize gösteriyor ki Bayındır havalisiden gelen Bayındırdı oğuzların millî rengi olan siyah rengi hala bırakmamışlardır. Ve yağmur yağdırmak ruhî var­lığı (Sihirbazlığı)zaten Oğuzlarda bir gelenekti. Bu tari­hî istidlâllere bakılırsa Akören'in bir parçasını teşkil eden Bayındır harabesi de bir Selçuk ve Oğuz kalıntısıdır„ Akören'de Bayındır boyunun rumuzlarını taşıyan izlere rast­lanmaktadır. Meselâ:Koyun ve keçilerini birbirinden ayırt etmek için, damga usûlü tatbik edilmektedir. Zaten Oğuzla­rın 24 boyunun da her birinin kendine mahsus ongunları(arma­ları ) vardır. Bu ongunları hayvanlarına damga olarak koyduk­ları gibi, her ailenin mülkiyet hakkını ifade etmek ve di­ğer ailelerin ve obaların mallarından kendi mallarını ayırt edebilmek için de koyun ve keçilerinin " Bayındır 24 oğuz "boyunun Üçoklar kısmına giren Türk boyuna göre Oğuz Hanın Bayındır adını taşıyan torunu bu büyük boyun başıdır, Oğuzların başında Kamgan oğlu Bayın­dır'ın olduğu görülmekte. Bayındırlılar XIII. yüzyılda bir­çok kola ayrıldılar. Bunlardan Akkoyunlu kolu Bayındır a­dını muhafaza etmiştir. xvı. Yüzyılda İç Anadolu'da 52 ka­dar köy ve ekinliğin yani çiftliğin Bayındır ismini taşı­dığı tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır. Bayındırlıların en büyük işleri Anadolu'nun İskân ve Türkleşmesinde büyük hizmetleri görülmüştür. Oğuz hanları 24 "oğuz boyundan Ba­yındırın onun soyundan tünediğine inanılırdı. Menkıbeye göre Oğuzlar ondan izinsiz Sefere çıkmaz. Onun istemediği şeyleri yapmazlardı, polenlere başkanlık eder anlaşmazlıkları çözer.

·        Yukarı Yarımca Harabesi: Akviran ın  ( Akören ) güney ve güney doğusunda bulunan koruluğun bitişiğinde o­lan bir iskân sahası; tamamıyla yakın çaylara, derelere ait bir köy harabesidir. Burada önemli arkeolojik kalıntı­lar yoksa da bugün için burada bahçe güllerinin kalıntısı­na rastlanmaktadır. Eski köy zamanından kalan su depoları­nın inşa tarzı daha ziyade Osmanlı devirlerine ait mimarî tarzındandır. Bundan 200-220 sene kadar evvel bu köy su ih­tiyacı yüzünden dağılmış, şimdiki Akviran'ın olduğu yere gelmiştir. Bugünkü Akviran'ın mahallelerinden biri olan Hacılar Mahallesi tamamen buradan gelmiştir sınır yoktur. Bu iki yöre esasında "bir iskân sahası olup, aşağı yarımcada nüfusun çoğalması ile ekin alanlarının genişlemesi ve fazlalaşmasıyla Yukarı Yarımca'ya göç edilmiştir.

·        Aşağı Yarımca: Yukarıdan daha eskidir. Gayri İslâmî ve Türk devirlerde de burasının bir iskân sahası olduğu burada bulduğumuz direk bağlığında kullanılmış olan taştaki şu grek yazısından anlaşılmaktadır,

·     ( TKİ ON APIIONE E? ETHNE S. NATLOE ENO ANE TEİLIHED GEEM ) Bu direk başlığı üzerine bu yazılar yazılmış olup güzel bir şekilde işlenmiştir. Bu iki harabeyi birbirinden ayırmak için, yüzey şekline göre yüksekçe olan yukarı, diğerine Aşağı Yarımca denilmiştir. Çökme ve aşınma arazi olduğu için, çiftçiliğe daha elverişlidir. 50 - 60 evlik bir köy olduğu buradaki su deposu işini gören sarnıç kuyudan anlaşılmaktadır. Bu kuyu sarnıcının yapılış tarzı Selçuk tarzında olup Selçuklulardan kalma kervansaraylar ve hanların çatılarının aynıdır. Bundan da anlıyoruz ki, burası bir Selçuk köyü olup nüfusun çoğalmasıyla bu su deposu ihtiyacı karşılamadığından halkı ikiye bölünün bir kısmı Akviran'ın olduğu yere, bir kısmı da Akviranla Aşağı Yarımca arasında bulunan (Erdaş Boğazı) Orhaniye üç kilise köyüne göç etmişlerdir. Aşağı Yarımca'dan gelen aileler Akviran'da halen Hacılar Oymağı adı ile çoğalmaktadır.

·     Ertaş Boğazı harabeleri Bugünkü Üç Kimse - Üç Kilise  köyünün doğusundadır. Bugünkü Orhaniye'ye Uç Kilise denmesinin bir sebebi de burada üç ulu ağaç altında üç kabrin bulunuşudur ki eskiden buraya mukaddes olan bir yer addedilmiştir. Burada hâlihazır üç kilise yoktur. Fakat gayri islâmî devirlerde Akviran (Akören) Çukurçimen vadisinden gelen suların birleştiği yerler ekseri yazları çekilen birikinti gölünün dibinde Dinorna harabeleri vardır. Bu harabeler Doğu Komaya aittir. Onun için burada, üç kilisenin olması umulduğu gibi, gayri islami devirlerden kalan kalın duvarlı harabeler de vardır. Orhaniye denmesinin diğer nedeni de Maarif Okulu açılmaya başlandığı zaman buranın okulunu görmeye ve teftişe çıkan Konya valisi Muammer (1916-1919) bu köyün. maârife vermiş olduğu önemden dolayı ""İç Kilise" adını yerinde bulmayarak bu köye Orhaniye demiş olmasıdır. İşte bu adı vermeye çalıştığımız iskân sahaları hem Ertaş Boğazına ait olup, hem de orhaniye'ye ait burada iki vadinin birleşmesi dolayısıyladır ki çok zamanlar bu vadilerden gelen suların taşması ile tarlaların su altında kalmasından müteessir olan halk, daha ziyâde beşeri Coğrafya bakımından yerleşme yerlerini vadi tabanlarında değil, Toroslarda aramışlardır. Buranın halkı bu yüzden dağılarak Orhaniyeİşte bu adı vermeye çalıştığımız iskân sahaları hem Ertaş Boğazına ait olup, hem de orhaniye'ye ait burada iki vadinin birleşmesi dolayısıyladır ki çok zamanlar bu vadilerden gelen suların taşması ile tarlaların su altında kalmasından müteessir olan halk, daha ziyâde beşeri Coğrafya bakımından yerleşme yerlerini vadi tabanlarında değil, Toroslarda aramışlardır. Buranın halkı bu yüzden dağılarak Orhaniyeve Akviran'a (Akören) yerleşmişlerdir. Akviran'da Ağalar mahallesinin büyük bir kısmını teşkil eden aileler yani Kadıoğulları denen oymak buradan gelmiştir.

·        Mihrab: Adından da anlaşılacağı gibi, burası bir an için mabet olmuştur.Bugün için tam bir yerleşme bölgesi değildir. Buranın halkı şimdiki Akören'e taşınmıştır. Burada gayri İslâmî kalıntılara tesadüf edilmektedir. Burada bulunan işlemeli taşlarda Romalılarda görülen bazı geleneklerin izleri vardır. Meselâ şaraba ve üzüme verilen önem bakımından burada mermerler üzerine islenmiş üzüm salkımları ve şarap âyinlerini gösterir resimlere rastlanmaktadır. Buranın Mihrab denmesine sebep rivâyet olarak söylendiğine göre, Karamanoğullarının önemli zamanlarında Osmanlı Orduları Karaman üzerine harekete geçtiği zaman turadan geçmişlerdir. Burayı mola yeri olarak seçtiklerinden "burada askerî birlikler mola yaparken bir cuma namazı kılmaları ve bugün hâlâ yerinde duran büyük bir taşı mihrab olarak kullanmalarından dolayı buraya mihrab denilmiştir. Buranın halkı da Akviran'a (Akören) göç etmiştir.

·        Kayıbeleni veya Kayıderesi: Anadolu'daki kayı isimleri Osmanlılarla Anadolu'ya gelmiştir. Buralara bu isimleri veren Osmanlı Türkleri olmuştur. Osmanlılar Kayı aşiretinden olduğu için, Anadolu'nun birçok yerlerine buna benzer isimler vermişlerdir. Kayıbeleni de bir Osmanlı köyü harabesidir. Yukarıda bahsettiğimiz Tülce ile ilgilidir. Bitek fakat küçük bir vâdî olmak dolayısıyla gittikçe artan nüfusa kâfi gelmemesi ve bilhassa komşu köy elan Akçeşme halkı Akviran (Akören'e) göç edince bunlar da buradan ayrılarak Akviran a gelip yerleşmişlerdir.

·        Yedi örenin bir araya gelmesinden teşekkül eden bu insan topluluğunun bugünkü durumu incelendiğinde bu kasabanın Osmanlı ve Selçuk köylerinden kalan örenlerin bir araya toplanmasından meydana gelmişse de kasabanın kesin olarak ortaya çıkışı onsekizinci yüzyıl sonlarıdır. Akören'in büyümesi ve çoğalması I. Dünya Savaşından sonradır. Kaynak kişi olarak seçtiğimiz Akören'in Ağalar Mahallesinden Sayın Hüseyin Ceylân Akören tarihi ile ilgili bize şu bilgileri vermiştir."Ertuğrul Bey, o günkü devletin inkıraza uğradığı bir sırada Kayı boyu ve Oğuz boylarından yedi aile Akviran'a gelerek Akviran'ın bugünkü Kayıbileni dediğimiz yerde iskân edinmiştir. Bayındır dediğimiz mevkiye ise Bayındıroğulları yerleşmişlerdir.netice Akviran'ı tenha bulmuşlar. Oradaki suya kapılarak: Akviran'a gelmişlerdir.

·     Gelenler Şunlardır:

·         Kara Ahmet Kara Mehmet,Kuyucular,Tosbalaklar Ailesi,Dursunlar,Molla Ahmet, Sofular,hacı Veli,Kara Himmet

·        Ertaşlar,Kara Hasan Oğlu Halil Efendi nesli bunlar,Kara Halil,Kara Mustafa Memleketin batısından doğusundan yedi viraneden gelip Akviran a yerleşirler. Akviran'ın yedi viranesi olan

·        1.     Bayındır

·        2.     Kayıbileni

·        3.     Kisecik

·        4.     Mihrap

·        5.     Aşağı Yarımca

·        6.     Yukarı Yarımca

·        7.      Ertaş Boğazı'nda halâ yıkıntıları vardır. Bundan sonra Akviran' ın ahalisinin çoğalması, nüfusun kesâfeti ziraî ticarî yönündendir. Akviran'a gelen ailelerin pekçoğu Antalyadan gelmişlerdir. Tabii o zaman Antalya vilâyet değilmiş.
Antalya dan gelenler Antalyalı Bekir Efendi,Embeller Sülâlesi,Sarı Hafızlar, BıyıklılarMehmet Karabiber, İbrahim Yapıcı bunlar Antalya'dan gelen Bekir Efendi'nin neslindendir. 0 zamanki Antalya bataklıktı. Bugünkü, haliyle Antalya'yı görseler kimse gelmezdi. Antalya'nın bataklık olmasına karşılık, Akviran ormanlıktı. Antalya'dan gelen ikinci sülâle,
eski belediye reisimiz Sayın Ali İhsan Doğru'nun ecdadı Geyveli Ali Efendidir. Nesli Tülce Mahallesinde devam etmektedir.(Tülceler, Yoncalıklar, Doğrular) Üçüncü olarak gelenler ise, Manav Mehmet oğlu, Hacı Mustafa, Gök Osman, Hüseyin, Muharrem  oğulları, Ekenler, Kör Hafızlar, Kel Hacıgil; dördüncü olarak gelenler Antalyalı Topal Mehmet (bu kimse bugünkü Kanoğlu Sülâlesi Özkan oğullarını temsil eder.) Beşinci olarak İmamoğulları diye bir sülâle gelmiştir. Bunlar Yakışlar lâkabı ile anılırlar. Yine Antalya'dan gelen Deli Ahmet, Karadeli sülâlesine mensup Deli Mustafa bunlar da Tıngırlar neslini temsil ederler. Deli Mustafa oğlu Tıngır, İbrahim oğlu Osman, Hasan, Mehmet Hacı bunların gelişleri I. Dünya Harbinden evvel başlamıştır. Kurtuluş Savaşında tek tek gelenler olmuştur. Rodos Osmanlı emrindeyken değil de, Osmanlı emrinden çıktıktan sonra korkuyla birlikte Antalya'dan göç başlamıştır. Bozkır Havalisinden gelenler ise Bozkır'a bağlı Akkise köyündendir. Buradan olanlar Hafız Salih oğulları, İbiş, Hüseyin, Abdullah, Ali İbiş'in oğulları Hacı İbrahim, Mülâzım Mehmet Ağa, Mustafa Avcı, Deli Hafız, Hüseyin, Palanın Memiştir. Akkise köyünden gelenlerin diğerleri ise Aşık Bilâl, Âşık Ahmet, Abdullah, Âşık Osman ile Bozkır'ın  Çoban Hasan ve bunun dört oğlu vardır. Konyalı Koyunoğlu Hacı Mehmet'in karısı Aliye (Koyunoğlu Müzesinin Sahibinin hanımı) Tenekeci Paşa'nın kayın babası olan Konya Belediyesinden emekli olan Şükrüdür. Demek ki, Akviran a göçen halkın çoğu Antalya'dan, Bozkır'dan Akkise'den gelmişlerdir
.

·        Sayın Hüseyin Ceylâna o günkü idare şekli nasıldır? diye sorduğumda şunları nakletmiştir:

·        "Akviran da 4. Ağustos. 1914 ' de Belediye ve Bucak teşkilâtı kurulmuştur. Asayişi sağlayan bekçi karakolu bu tarihten evvel gelmiştir. Çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla Killesioğlu Hacı Ömer'in evinde 1912'de ilk karakol kurulmuştur. 1914 Birinci Dünya Harbin'de hem belediye, hem nahiye teşkil etmiştir. 0 sırada Konya valisi valilik ve ordu komutanlığını birlikte yürütüyordu. Hatunsaraydaki kişiler vali Naci Paşa'ya çıkarak nahiyeyi Akviran'dan alıp Hatunsaray'a götürmüşlerdir. Bu durum altı-Sekiz ay böyle kaldıktan sonra başta Topal Veyis olmak üzere Akviran'ın büyükleri vilâyette haklarını arayarak bucak merkezini tekrar Akviran'a getirmişlerdir. İlk belediye reisi 4 Ağustos 1914'de Ömer Çavuş'un küçük oğlu Molla (Kütü Hüseyin) dediğimiz Hüseyin Hoca'dır. 0 zaman belediye reisi seçimle gelmezdi. Akviran'da arazisi fazla olan aileler toplanır, belediye reisi ve muhtar seçerlerdi. İkinci belediye reisi "Halil İbrahim Hoca'dır. Seferoğlu İbrahim diye de bilinirdi. Üçüncü belediye reisi Ahmet Hoca bunun nesli de Bozkır'ın Söğüt Köyü'nden gelmedir. 1923 tarihine kadar geldik. 0 zaman ilkokulu bitirmiştim. Konya'daki bugünkü Nalçacı Caddesinin mimarı Ahmet Hilmi Nalçacı'nın babası o zaman Akviranda öğretmendi. Ahmet Hilmi Nalçacı Akviran'da doğmuştur. 0 tarihlerde Akviranda halk fakirdi. Sanat yoktu. Ekonomik yön zayıftı. Cumhuriyetten sonra âşâr(Osmanlı İmparatorluğunda öşür veya âsâr namı altında türlü toprak mahsullerinden devlet nâm ve hesabına alınmakta olan vergi­ler Osmanlı vergi kanunlarında. Barkan, kanunlar ve maliye idaresine ait diğer çeşitli vesikalarda bu impa­ratorlukta türlü toprak her kaza ve hatta her köy için ayrı ayrı tayin edilmiş bulunmaktadır.  Kaldırılarak onun yerine yol vergisi konmuştur. Hükümetten memurlar, harmana çece gelip bakarlardı. Bir miktarını alıp giderlerdi."

·     Kaynak kişiniz Akören'in çarşısının teşekkülü hakkında da şunları anlatmıştır:

·        "Akviran halkının kimisi çarşının Konya Vilâyet merkezine doğru, bir kısmı da batıya yapılsın diye münakaşaya girişmişlerdir. Batıya doğru olsun diyen grup baskın çık­mıştır. Harpten evvel (İstiklâl Harbi) çarşı kuruldu. Har­be gidilince dükkânlar kapatıldı. 1937 senelerinde Hatay'ın alındığında bayram yapıldı. O zaman dükkânlar açıldı, temizlendi. 0 zaman Akören'e bağlı 24 köy vardı. Askerlik idaremiz Seydişehir'deydi. Vilâyet arşivindeki kayıta baktım. Merhum babam İstiklâl Harbinde Garp Cephesi karargâhında muhabere eriydi. Harpten malûl geldi. Babam ölünce biraderin üzerine babamın maaşını naklettirmek için vilâyete müracaat ettim. Ahmet İskenderoğlu diye bir masa şefi ile vilâyet arşivinde kayıtları elden geçirirken elime defter alarak Akviran halkını meydana getiren ailelerin nerelerden geldiğini tespit ettim. Elimle bulunan nüfus kütüklerine , büyüklerimden aldığım bilgilere göre Akviran'ın güneyinde olan Yarımca, Mihrap, Yukarı Yarımca buradaki halkın gücünden, Hacılar o yoldan gittikleri için o mahalleye hacılar, Ağalar Mahallesine gelince Akviranın kuruluşunda Orta Asya dan göç eden Kayı aşiretinin gelmesiyle buraya gelen 7 aile sayılabilir. 1826'da Yeniçeri ayaklanması ve II.mahsullerinden Öşür namı altında alınmakta olan vergilerin miktar ve nevileri ile Cibâyet usullerine ait zengin malûmat mevcuttur. Bu malûmata göre üşürün senelik mahsûle nazaran nispeti, toprağın verim kabiliyetine, sulama şartlarına, ziraat şekillerine mahallî örf ve âdetlere göre büyük değişiklikler arz etmekte bazan islahiyat devrinde Allem Paşa Sadarette görevliymiş. 0 günkü binbaşı rütbesine bey derlermiş. Beyler Osmanlıyı göçürmek üzere harekete geçiyorlar. O zaman Allem Paşa yanında iki beyle Anadolu'ya kaçıyor. Buraya Antalya'dan gelen Ömer Hoca, Karadelioğlugil, Tıngıroğlugil, Erdemler Allem Paşanın yanına çadır kuruyorlar. Allem Paşa oğlu Hacı Ahmed'e "Yarımca Belenin arkasına göç et" der. Bunun üzerine Akören in  söz kesen yedi ailesinden biri olan Kara Hasan'a Allem Paşa'nın oğlu Hacı Ahmet Ağalar "biz de buraya gelelim" deyince gelin derler. Ağalar Mahallesinin adı oradan kalır. Tülce: Kayı ve Oğuz beyleri oradaki sülâleler mallarını ayırabilmek için; damga, kulağını kesme gibi işaretler kullanırlardı. Koyuna da Tülü derlermiş. Gelip oturanlara Tülücü derlermiş. Tülce oradan gelir." Eskilerin dilinde köyün adı Avren olarak söylenir. Sayın Hüseyin Ceylân bu konuda' şunları söylemiştir.

·        Avren (Akviran) adı nereden gelmştir sorumuzu şöyle cevaplandırmıştır. “Bayındır’dan Boyalık'tan  gelen Akçeşme çayı vardır. Oranın av açısından bol olduğu bilinir. Hatta Konya'dan yatıya gelen avcıların orada avlandıklarından birbirlerine nereye gidelim diye sorduklarında avı bol olan bu havale için, Avverene gidelim derlermiş. Söyleniş kolaylığı açısından Avveren Avren olarak kullanılmıştır.

·        Akviran adına gelince, Orhaniye'nin ak toprağından getirmişler. Evleri ak toprakla sıvamışlardır. Fakat yapılar derme çatmadır. Zamanında Konya'dan iş için bir yetkili gelmiştir. Gelen yetkili "görünüşü ak ama yapılar derme çatma. Burası olsa olsa Akviran olur" der. Böylece köyün adı Akviran olarak kalır. 1960 ihtilâli ile "Viran"ların "Ören"e dönüştürülmesiyle Akören olarak değişmiştir. Obruk Akviranı ile bizim Akviranı ayırt etmek için, buraya Ağaç Avreni de denir.

Ölüm Adetleri   Bir hastanın öleceğine kanaat getirilirse bir hoca getirtilir. Yasin-i Şerif okutulur. Başında bulunan vârisi­ne diliyle üç kilo buğday koydum diye alt ve üstünü belli eder. Hasta, başına gelen yakın hısım ve akrabalarıyla helâllaşır. Hasta iyice ağırlaşırsa ağzına zemzem damlatılır.  Eğer aklı yerindeyse şahadet getirir. Vârisine, hayra koya­cak mallarını yazdırır. Öldüğünede uzakta olan akrabalara haber verilerek çağırılır. Ölünün ayakları ve çenesi çatı­lır. (Beyaz bezle bağlanır.) Abdestli kişiler tarafından kazanlar eve getirilir. Ateş yakılarak su ısıtılır. Cami­lerden ölünün Selâsı verilir. Kefeni bir yakını tarafından alınır eve getirilir, Bir hoca tarafından biçilir. Kefenin içine çörek otu, gülsuyu, zemzem suyu serpilir, ölü yıka­nır, kefenlenir. Cenâze evden çıkmadan önce yakınları ses­li yas tutarlar. Erkekler el değiştirerek cenazeyi götürür­ler. Musalla taşının üzerine bırakırlar. Cenaze namazını kılarlar. Cemââtın yarısı mezarlığa doğru gider, ölen kişi­nin ölürken oğlunun kızının, ya da annesinin babasının ya­nında olmaması halinde "gözlerini çekerek ölüp gitti “denir. Mezarlıkta yakın akrabaların bulunduğu mezarların yanında boş bir yer tesbit edilip kazılır. En yakın üç kişi meza­rın içine iner cenaze yukarıdan uzatılır. Cenazeyi saptırmaya yönü kıbleye gelecek şekilde koyarlar. Bu saptırma­nın üzerine kerpiç koyarlar. Cemaatin yardımıyla mezar çukuru doldurulur. Cenaze evinden giden, hiç kullanılmamış testideki su toprağın üstüne serpilir. Başına mezar taşı yoksa, bir sırık dikerler. Ölü sahipleri ölen kişinin arka­sından yedisinde Pişi (mayalı hamurun yağda kızartılmışı) pişirip dağıtılır. Kırkıncı gün hatim indirilir. Elliikinci günü ise "tesbih" denilen ölü yemeği verilir. Arkasından mevlit okutulur, "Şayet ölü evinin maddî durumu iyi değilse bu yemek iki beş yıl arasında da verilebilir, ölünün vâri­si tarafından "canına değsin" diyerek bir davar veya sığır kesilerek ahçı tutulur. Aşarı yukarı otuz-otuz beş sofra o­lur. Ölü yemeğinde şu yemekler yer alır:

Doyga çorbası, bamya yemeği, et yemeği, pilâv üze­rinde kavurma, ayran, helva.

Yakınlar, tanıdıklar ölü evine gelerek "başınız sağ olsun" "Emir Allahın" " Allah cennette kavuştursun" sözle­ri ile onların acılarını paylaşırlar. Gelirken de ölü evine yemek getirirler beraber yerler. Böylece ölü sahibini biraz olsun teselli ederlerSaptırma:Mezarda  cenazenin konduğu yer

·     Bayramlar, Törenler, Kutlamalar

·        Bayramlar  Akören'de dînî bayramlarda hazırlıklar daha çok kadınlar üzerinde ağırlık kazanır. Bu hazırlıklar bayram öncesi, ev temizliri ile başlar. Akören'in evleri kerpiçten yapıldığından, evlerin iç duvarları kadınlar arasında "sıva sıvamak" diye tabîr edilen beyaz toprakla sıvanmaktadır.Bayram için çeşitli yemek ve tatlılar yapılır. Gelen gidene ikram için seker, lokum, gülsuyu, kolonya alınır. Kişilerdeki hasret giderme duygusuyla kimisi oğlunun, kimisi kızını, kimisi ise anasının babasının yolunu gözler. Kentte yaşayan Akörenliler bayramda köye gelişlerinde yakınlarıyla, akrabalarıyla eski arkadaşlarıyla kolayca kaynaşmakta, ortak hatıralardan söz açarak eski günleri yâdedip,hoşça vakit geçirirler. Kopmaya yüz tutmuş hısım, akraba bağlarının bu vesileyle yeniden güç kazandığını görmekte bayramların toplumun fertlerini birbirine bağlayıcı, yaklaştırıcı olduğuna şâhid olmaktayız. Bayram sabahı herkes erkenden temizce giyinir. Bayram namazına gidilir, “Namazdan çıktıktan sonra mezarlığa gidilir. Herkes dedesinin babasının, annesinin mezarı başında duasını yanar. Erkekler, mezardan döndükten sonra kadınların evde hazırladıkları sofraları odalara götürürler. Odalarda genç, ihtiyar, çoluk çocuk hep beraber yemeklerini yerler, yemekten sonra dua yapılır. Küçükler büyüklerin ellerini öperek, büyüklerde birbirleriyle el sıkışarak bayramladırlar. Yaşlılar odada kalır. Küçükler dışarı çıkarak komşuları ve akrabaları gezerler. Öğle ve ikindi namazından sonra cemaat dışarıda sıraya geçer, bayramlaşır. Kurban bayramda ise bayram sabahı kurban kesme işlemi olduğundan mezarlık ziyareti arife günü ikindi namazından sonra yapılır. Kesilen kurban, keçi veya koyun gibi küçük baş hayvan ise bir kişi, fakat büyük baş hayvansa üç,beş, yedi kişi birleşerek keser. Kesmeyen veya kesemeyecek durumda olanlara dağıtılır."

·         Askere Giden Gençlerin Uğurlanması ve Karşılanması Eskiden askere gidecek olan gencin ailesi, anne ve
babası yoksa yakınları, mahalle komşularını kapsayacak şekilde yemek verir. Bunun yanında komşular ve yakın akrabalar da askere gidecek olan renci yemece çağırırlar. Genç, davet edildiği eve arkadaşları ile birlikte gider. .Askere gidecekleri gün gençler, köy çıkışındaki mezarlığın arkasında toplanırlar. Burada dualar yapılır. Asker gençlerin koluna, belli olması için, halk arasında "al" denen kırmızı bez veya işlemeli mendil bağlanır. Aileleri ve yakınları ile vedalaşırlar. Akrabaları yakınları, gencin anasına ve babasına "hayırla gitsin hayırla dönsün vatana ve millete hayırlı asker olsun" dilekleriyle tesellide bulunurlar. .Askerin döneceği gün tam olarak belli olmadığından bir hazırlık yapılmaz. Köye döndüğünde yine akrabaları tarafından yemeğe davet edilir. Günümüzde ise askere gidecek gençlere mezarlığın arkasında birikerek toplu uğurlama yapılmıyor. Aileler çocuklarını tek tek yolcu ediyorlar. Fakat bekâr olanların koluna mendil bağlama âdetini sürdürüyorlar. Ayrıca askere gidecek genci ve arkadaşlarını yemeğe çağırma âdeti de ekonomik şartlar sebebiyle seyrekleşmiş durumdadır

·         Hacca Gidenleri Uğurlama ve Karşılama Hacca gidecek olan kişiler de askere giden gençler gibi Hacılar akrabalar tarafından yemeğe davet edilir. Davet edilmezlerse konu-komşu, yakın akrabalar börek veya sini denilen bir çeşit tatlı hazırlayıp ziyaretlerine giderler. Hacca gidecek olanlar da askere gidecek gençler gibi, bir yere toplanarak hocaların dua okumasından sonra, çocuklara para dağıtarak yola çıkarlar. Hacca gidecek olan kimse, hacca gitmeden önce, dargın olan kimselerle barışarak helalleşir. Hacdan dönenler, çocukları ve yakınları tarafından büyük bir hasretle karşılanmaktadırlar. Hacdan dönenler akraba ve yakınlarına yemek verirler. Hacıları ziyarete gelenler "hoş geldiniz”, Haccınızı Allah kabul etsin. “derler. Onlar da Misafirlerine zemzem, hurma ikram ederler, “Karınca kararınca   getirdikleri hediyeleri verirler

Bağ Bozumu  Eskiden bağbozumu elde yeterli imkânlar olmadığı halde,daha istekli ve ilgiyle yanılırdı. Köyde bağbozumu ve diğer işlerde kullanmak üzere at yetiştirilirdi. Bağbozumu için,gün tesbıtini köyün ileri gelenlerinden birisi yapardı. 0 gün, herkes toplamıs olduğu üzümü koymak için, köfenlerini
sandıklarını hazırlar; yeni elbiselerini giyer; âdeta bir
bayram sevinci yakardı. Sabah erkenden kalkılır at ve merkeplere eyer vurulur. Büyük heyecânla konvoy halinde yola düşülürdü. Genç kız ve erkekler birbirlerini orada beğenirler. Bağ yerinde yiyip içmek güzel vakit geçirmek için, köyün zengin ve ileri gelenleri koyun keserler. Herkes kendi durumuna göre yanına yiyecek birşeyler alır. Üzüm toplanan yerde at koşmaları, halay sekmeler eksik olmaz. Gidenler ellerinde "bıçakları ve senetleriyle Sahip oldukları bağa girip üzüm toplamaya başlar. Kendi işini bitiren aile komşusuna. yardıma gider. Bu yardımlaşmaya "imece" denir. Bağ yerinde kadınlar yemek yapıp sofraları hazırlarken, erkeklerde avlanır ve aralarında güreş yaparlar. Toplanan üzümler düzgün bir şekilde at ve merkeplere yüklenerek köye doğru yola çıkılır. Bağ bozumu yaklaşık olarak on gün sürer. Genellikle yılda bir defa olmak üzere Eylül ayında yapılır.

Yetiştirilen üzümler, bilhassa pekmez yapımında, veya kurutarak kuru yemiş olarak değerlendirilir.

Bulpur yapma ve aletleri "Kültür tarihimizde hiçbir âlet, insanlıktan ayrı olarak bir değer ifade edemezdi. Aletlerin hepsi ele insanlığa hizmet için icat edilmişlerdir. Ayrıca el değirmeni ile bulgur çekmek işi ise içtimaî bir iş ve oluştur. Günlerce süren bulgur çekiminde komşular gelir ve yardım ederlerdi. İmece" geleneği, Türklerde "Sosyal dayanışma" törelerinin en sağlam belgeleri idiler."

Eski zamanlar önce bundan 30-40 yıl önceleri bulgur tek yolla çekilirdi. "Bu yöntem, el değirmeni adı verilen iki taştan ibaretti. Bu değirmeni tarif edecek olursak; daire biçiminde olup, kalınlığı yaklaşık olarak 5-6 cm., çapı ise 59-60 cm. olan iki taşın üst üste konması, üste bulunan taşın ortasında ise 10 cm. genişliğinde " Sibek " adı verilen bir delik bulunur. Üste bulunan taşta elle tut­mak için, bir sopa vardır. Bu değirmen taşları ağırlıkları yaklaşık 25-30 kğ.  olup Kayasu adı verilen Köyden sağlanırdı. Bulgur çekilmeden önce buğday temizlenir. Yıkanan temizlenen buğdaylar bol yerlere, bahçelere bir kilimin üstüne serilerek güneş altında bir, kaç gün kurutulur. Ku­rutma işi tamamlandıktan sonra buğday tekrar ayıklanır. Çu­vallara doldurulur. Artık bulgur çekme isi yavaş yavaş baş­lamıştır. Her aile el değirmenini hazırlar. Bulgur çekme işini gençler yapar. Akşam namazından sonra komşu veya ya­kın akraba kızları veya delikanlıları ayrı ayrı evlerde top­lanırlar. Yanlarında Telem, adı verilen bir kap bulunur. Bu kaba temiz buğday koyarlar. İki üç kişi değirmeni sapından devamlı olarak çevirirler, Telenen in başında, oturan bir kişi de avucuna aldığı buğdaydan, dedirmenin deliğine buğday dö­ker. Bu esnada » meşhur türküsü aloğlan "Safiye." adlı türküyü söylerler„ Yaklaşık akşam namazında  başlayıp ge­ce yarılarına kadar bulgur çekme işlemi devam eder. genç­ler bu arada hoşça. Vakit geçirmek için, birtakım oyunlar oynarlar. Maniler söylerler.

Bu mânilerden bir kısmı şöyle

Fasulyeyi kuruttum Pişirmeyi unuttum Gel yârim konuşalım/ Annemgili uyuttum

Saatim  Silmeyince parlamaz Ver anne Sevdimiğimi kendi düşen ağlamaz.

Su gelir bulanarak Dağları dolanarak Buna can mı dayanır Yâr gelir sallanarak.

Şu derenin alıcı Kınalı parmak ucu Sevilmeyen  kızların kabul olmaz orucu

Entarimin pilesi Yandadır eklemesi Ver yârim sevdiğimi Kolaydır beklemesi.

Yol üstünde böcekler Bal olsam yiyecekler Sevmediğim oğlana Zor ile verecekler,

Evler yaptırdım Bir uçtan bir uca İçinde yatmadım Üç gün üç gece

Motor hırlayıp gelir
Camı parlayıp gelir
Üstündeki sevdiğim

Kâkül sallayıp gelir.

Altım yüzük var benim

Parmağıma dar benim Şu güzeller içinde selvi Boylu yar benim

Evlerim evlerim Yüksek evlerim İçine Girer de Gönül eğlerim.

Fasulye fasıl olur Topraktan hasıl olur Ver anne sevdiğimi Bak geçim nasıl olur.

Karyolam ingin olsa, kaynatam zengin olsa Zenginlik para etmez Yâr benim dengim olsa

Bu mâniler söylenirken bir taraftan da değirmene dö­külen buğday sürekli döndürülerek kırılır, ufalanır, böyle­ce bulgur meydana gelir. buğdaydan meydana gelen bulgurun daha küçük parçacıklarına düğü adı verilir. Kalburdan geçirilerek bulgur ve düğü birbirinden ayrılır, bulgur çekme işi sona ermiş sayılır.  Bu el Değirmenlerinde önceleri tuz ve yarma da çekilirmiş bulgur ve düğü, pilav, tarhana, çorba, yaprak ve lahana sarması, köfte gibi yemeklerde kullanılır.

Mimari Yapı  Akören'de evler genellikle büyük bir avlunun içindedir. Avluya, iki kanatlı oldukça .yüksek bir cümle kapısı ile girilir. Kapının geniş ve yüksek oluşu yüklü at arabasının yükü ile birlikte avluya girebilmesi içindir. Girişin sağında ve solunda oda bulunur. Odanın dıştan ve avludan olmak üzere iki girişi vardır. Odalar genellikle iki katlı olup altta misafir hayvanlarının barındırılması için, bat- malı kısım vardır. Ulaşım çoğunlukla hayvanlarla, sağlandı­ğından bütün odalarda alt kat onlara ayrılmıştır.

Akören'de evler hep iki katlıdır. Alt katlarda ahır, samanlık ve seki odası vardır. Seki odası ahırdan, yaklaşık 1,5 - 2 metre yükseklikte bir duvarla ayrılmış bölmedir. İçinde ocak mevcuttur. Buradan kış mevsiminde yemek yapmak ve yatmak için faydalanılır. Ahır sekisi hayvanların etkisiyle sıcak olduğundan, kışın aranılan bir yerdir. Mutfak ayrı bir yerdedir. Kayıtların (mutfak malzemesi) konduğu mutfakta ocak, bitek ve kürükler vardır. Biteklere yufka ek­mekleri, kürüklere ise kışlık kayıtlar konur. Sadeyağ gibi yiyecekler ise 70-30 cm çapında ve 1 metre derinliğinde açı­lan, kısmen serin olan bir yerde saklanır. Tavanlar düz dam­dır. Bu damlardan, bulgur ve susam kuruturken yararlanılır. Damlar, büyük ardıç tomrukların aralarına daha küçük ardıç araçları ile kapatılıp üzerine toprak serilerek yapılır. Çe­lenler kısa kesilmiş ayçiçeği sapları konarak yükseltilir. Damlar bir miktar tuz karıştırılarak "yuvak" adı verilen silindir şeklindeki bir taşla sıkıştırılır. Bu yuvak yuğma işi, genellikle yağmur yağmadan önce veya kar kürün
dükten hemen sonra yapılarak damların akmaması sağlanmaya
çalışılır.

Odanın içi yer minderi ve yastıklarla döşeli olun yüklük adı verilen yatak ve yorganların konduğu, bir kısım vardır. Odada bulunan küçük bir dolap; kabakları genellikle ayna işlemelidir. Bu dolapta kahve-çay, şeker gibi şeyler bulunur.

Yatak odalarında iki tarafı eda duvarı, bir kenarı ince duvar ve ön kısmı da kalın bir kilim veya kaput besi ile kaplı "testilik" adı verilen banyo yanmak için, yararlanılan yaklaşık 1,5 x 2 metre ebadında bir kısım vardır.Tuvalet ise edalardan uzakta avlunun bir köşesindedir.

Yemekler  Akören'de bahar mevsiminde dağlardan, kırlardan çeşitli yenir otlar toplanır. Bu otlar bol su ile yıkandıktan sonra, yufkanın arasına dürülerek ayranla birlikte yenir. Bu toplanan otları şöyle sıralayabiliriz: Gelincik,yemlik, karakavruk, kişniş, domuzoku, sirken, tavşanekmeği
karamık (ekşimtrak tadı vardır. "Dikenli bir bitkidir. Dikenlerinden yaprakları sıyırarak kurutulur, yemeklere katılır), evelek v.b.

Köy insanı islâmî inançlarının çoğunlukla Oğuz gelenekleriyle desteklemiştir, insanlar arasında sosyal ilişkilerde, bir araya toplanmalarda, yemek her zaman bir vasıtadır. Doğum, düğün, ölü, bayram yemekleri veya yağmur duası sonunda yenen yemekler sayılabilir.

Akören yemeklerini de şöyle gruplandırabiliriz.

ÇorbalarToyga Çorbası: Yarma (buğdayın döğülmüşü), yumurta,
yoğurt, bir kaşık un karıştırılarak yapılan çorbadır. Günlük yemek olarak yenir.

Karışık Çorba: İşkefte (kırılmış ve kabuğu çıkmış nohut) mercimek, erişte, patates, kavrulmuş un, yarma, bulgur pişirilen ve üzerine yağ kızartılıp dökülen çorbadır.

İşkefteli Çorba: Kırılmış nohut unla beraber kavrulup pişirilir. İçine işkembe konur.Arap Aşı: Su ile un bulamaç şeklinde      pişirilerek tepsiye dökülür.Tepside donar. Diğer tarafta tavuk pişirilip didilir. Kavrulmuş un ve tavuk suyu ile pişirilen         çorbaya didilen etler ilâve edilir.Çorba kaynar vaziyette tasa konularak hamur dondurulan tepsinin ortasına yerleştirilir.       Kaşıkla bir parça tepsideki hamurdan koparılarak çorbasıyla Buğday Çorbası: Dövülmüş buğday pişirilir. Üzeri yağ lanip yenir.Mercimekli Kesme Çorba: Yeşil mercimek pişirilir.So­ğan kavrulur. İçine kesilmiş hamur konarak pişirilir.

YemeklerPatates Mıklası: Patatesler soyulup soğanla birlik­te kavrulur. Piştikten sonra üzerine .yumurta kırılır.

Şalgamlı Pilâv: Şalgam soyulur. Bulgurla beraber pi­şirilir.

Karamıklı Bulgur Pilâvı: Dağlardan toplanıp kurutu­lan tadı ekşi olan karamukla bulgur pilâvı pişirilir.

Tarhana: ün, yarma, yoğurt karıştırılarak pişirilir. Sıkılır, dama veya sütlüklere (susam çöpü) serilir. Kurutu­lur. Kışın pişirilerek yenir.

Ekmek Evmesi: Ekmeğin (yufkanın) kırıntıları ovala­nır. Yumurta kırılır, seker atılır. Yağda kızarıncaya kadar kavrulur.

Sini: Un, süt, yağ, yumurta hepbirlikte yoğrulur.
Oklavayla açılır. Un kavrulur, cevizle karıştırılarak üzerine susam ekilir ve yenir

Yemlikli Bici: Yemlik denen ot kavrularak üzerine yu­murta kırılır. Bulgur konarak pilâv pişirilir.

Tirit: Yufka ufalanır. Üzerine et suyu dökülür. Bn üstüne çiğ baş soğan doğranarak yenir. Zülbiye:(Soğan dolması) Soğanın içi oyularak et ve ince bulgur (düyü) ile doldurulur.

Hamur İsleri

Kuskus: Hamurdan parmak mahareti ile aynı büyüklükte uzun uzun dökülerek kurutulur. Keselere konur. Çorbaların içine atılır.

Su Böreği: Yumurta ile yoğurulan un oklava ile açılır. Açılan yufkalar kaynar suda haşlanır. Tepsiye döşenir.
Ocakta pişirilir.

Kaygana: Yumurta, un karıştırılarak kızgın yağlı tavaya dökülür. Bir tarafı kızarınca diğer tarafı çevrilir.

Tatlılar

Lokum Belemesi: Yumurta, un karıştırılıp kızgın yağa dökülerek kızartılır.

Pişmaniye: Kışın, evlerde un, seker yoğrularak söndürülerek çekilir.

Höşmerim: Un, kaymak ve şeker yoğrularak söndürülüp çekilir.

Borani: Suda haşlanmış pancar ve pekmezden yapılır.

Sütlü Bulamaç: Biraz da un kavrulur. Üzerine süt ölçülür. Şekerle de karıştırılarak  pişirilir. Soğuyunca beklenir ve yenir.

Kabaklı Pekmez: Kabak, kara üzüm, işkefte (kırılmış nohut), pekmez pişirilerek yenir.

Kenevir Helvası: Pekmezle kenevir karıştırılarak pişirilir.